Farsça bir kelime olan “sergüzeşt”, “başa gelen olaylar, yaşananlar” anlamındadır. Roman ilk kez 1889’da yayımlanmış ancak “esaret” konusunu işlemesi ve “özgürlük” kavramının önemini vurgulaması nedeniyle yazarın bir süre göz hapsinde tutulmasına neden olmuştur. Samipaşazade Sezai‘nin yazdığı Sergüzeşt, yazarın roman türündeki tek eseridir.
A. Konu ve Tema
Konu: Kafkasya’dan kaçırılarak İstanbul’a getirilen Dilber adlı bir kızın başından geçen olaylardır.
Tema: Esaret
B. Olay Örgüsü
- Çerkez kızı Dilber’in Kafkasya’dan kaçırılarak İstanbul’a getirilmesi
- Dilber’in, Hacı Ömer adlı bir esir tüccarına satılması
- Tüccar tarafından Mustafa Efendi’ye satılması ve Yüksek Kaldırım’daki eve getirilmesi
- Bu evde çok ağır koşullarda çalıştırılması ve ev halkından işkence görmesi, sonrada evden kaçması
- Dilber’in bulunması ve ilk sahibi Mustafa Efendi tarafından tekrar bir esir tüccarına satılması
- Dilber’in ikinci kez Moda semtindeki Asaf Paşa Konağı’na satılması
- Bu evde kısmen rahat yaşaması ve büyüyüp genç bir kız olması
- Asaf Paşa’nın Paris’te resim tahsili yapan oğlu Celâl’in İstanbul’a gelmesi
- Celâl’in yaptığı resimlerde Dilber’i model olarak kullanması
- Dilber’in kendisinin oyuncak gibi görülmesinden duyduğu rahatsızlık ve mutsuzluk
- Dilber’in konağın oğlu Celâl’e âşık olması
- Celâl’in de Dilber’i sevmesi ve aşklarını birbirlerine açıklamaları
- Celâl ve Dilber’in evin içinde gizli bir aşk yaşamaya başlamaları
- Celâl’in annesi Zehra Hanım’ın bu ilişkiyi öğrenmesi ve bu ilişkiyi kocası Asaf Paşa’ya anlatması
- Asaf Paşa’nın köle bir kızı oğluna layık görmemesi
- Asaf Paşa’nın Dilber’i Celâl’in evde bulunmadığı bir sırada esir tüccarına satması
- Dilber’in satıldığını öğrenen Celâl’in üzüntüden hastalanması
- Melankoliyle başlayan hastalığının beyin iltihabına dönüşmesi ve Celâl’in yatağa düşmesi
- Asaf Paşa ve Zehra Hanım’ın hatalarını anlayıp oğullarının derdine çare olacak Dilber’i aramaya başlamaları
- Bu arada Dilber’in Mısırlı zengin bir adamın sarayına satılmasıyla İstanbul’dan ayrılıp Mısır’a gitmesi
- Mısırlı efendisinin haremine girmeyi reddettiği için sarayda hapsedilmesi
- Saraydaki Haremağası Cevher’in Dilber’e âşık olması ve onu kurtarmak istemesi
- Cevher’in, Dilber’in hapsedildiği odanın camına merdiven dayayarak onu kurtarmaya çalışırken merdivenden düşüp ölmesi
- Ölmeden önce İstanbul’a ertesi gün gidecek olan gemi için bir bilet alıp Dilber’in cebine koyması
- Dilber’in yaşadıklarının ağırlığını kaldıramaması, özgürlüğün hiçbir yerde olmadığını düşünerek İstanbul’a gelmek yerine kendini Nil Nehri’ne atarak intihar etmesi
- Celâl’in de bu amansız hastalığın pençesinde Dilber’in adını sayıklaya sayıklaya kıvranması ve ölmesi
C. Yer (Mekân)
Sergüzeşt, dört temel mekân üzerinde kurulmuştur:
Bunların birincisi Dilber’in çocukluğunu geçirdiği Mustafa Efendi’nin Yüksek Kaldırım’daki evidir. Burada ağır işler yaptırılan ve türlü hakaretler duyan Dilber’in yaşayamadığı çocukluğu anlatılır. Yazar bu mekânda esaretin ne kadar kötü bir şey olduğunu bir çocuk gözüyle yansıtmaya çalışır.
İkinci mekân Asaf Paşa’nın Moda’daki konağıdır. Dilber bu mekânda genç kızlığını yaşar. Açlık, hapis ve dayak gibi cezalar görmez. Ancak Zehra Hanım’ın tepeden bakan tavrı ve Celâl’in onu oyuncak gibi model yapması karşısında üzülür, Dilber bu mekânda aşkı tanır.
Üçüncü mekân esir tüccarının Edirnekapı yakınlarındaki eski, izbe konağıdır. Dilber burada kendisi gibi Kafkasya’dan kaçırılıp İstanbul’a getirilen ve satılmayı bekleyen diğer esirlerle karşılaşır. Bu mekânda arkadaş edinir ve kendini mutlu hisseder.
Romanın dördüncü ve son mekânı Mısır’daki bir saraydır. Dilber bu sarayda yalnızca aşkı ve özgürlüğü için değil, namusunu korumak için de uğraşacaktır. Bu saray Dilber’in hapishanesi olur ve onun ölümü seçmesine yol açar.
Ç. Zaman
Sergüzeşt isimli romanda 19.yüzyıl Osmanlı Devleti’nin Batılılaşma sürecine girdiği dönem anlatılmaktadır. Bu dönem, imparatorluğun başkenti olan İstanbul’da zengin konaklarda yaşayan ve Batılı bir yaşam sürmeye çalışan ailelerin geleneksel yaşam tarzıyla Batılı anlayış arasında bocaladıkları dönemdir.
D. Kişiler
Dilber: Romanın başkahramanıdır. 8-9 yaşlarında Kafkasya’daki evinden kaçırılarak getirilen ve bir çocuk olan Dilber, Asaf Paşa’nın konağında büyür, genç kız olur. Romanda Dilber’in 7-8 senelik hayatı anlatılır. Sakin, oldukça güzel, iyi niyetli bir kızdır, bir esir olmasına ve yaşadığı onca sıkıntıya rağmen çok gururludur. Herkesin dikkatini çekecek bir güzelliğe sahiptir, güzelliğinin yanında ince düşünceli, becerikli, akıllı bir kızdır.
Celâl: Romanın en önemli erkek kahramanıdır. Yetenekli olup resimleri dönemin eleştirmenleri tarafından takdir edilmektedir. Hafif şişman, elâ gözlü, neşeli bir insan olarak tasvir edilmiştir. Ancak Celâl Bey iradesiz bir gençtir. Onca eğitimine ve Paris’te geçirdiği yıllara rağmen sevdiği kızı savunamaz ve koruyamaz.
Asaf Paşa ve Ailesi: Asaf Paşa, sınıf atlamaya çalışan bir bürokrattır. Romanda mutlak bir baba otoritesini temsil eder. Otoritesini sonuna kadar kullanır. Çocuklarının düşüncelerine saygı göstermemesi ve yaptıkları seçimlere müdahale etmesi, onun gerçek anlamda çağdaş bir bakış açısına sahip olmadığını gösterir. Zehra Hanım, Asaf Bey’in eşidir. O da tıpkı kocası gibi makamın ve servetlerinin korunmasını ister. Evin içinde adeta Batı toplumlarında yaşanan bir hayatı yaşamaya çalışır.
Mürebbiye: Romanın içinde bir gölge olarak yer alan Celâl’in kız kardeşi Tesliye’nin mürebbiyesi, konakta alafrangalaşmayı tamamlayan en önemli ögedir. Yazar bu karakterleri okuyucuya tanıtırken oldukça gerçekçi davranmıştır.
Esirci Hacı Ömer: Paradan başka hiçbir şey düşünmeyen, bencil bir adamdır. Elindeki esirlere “insan” olarak bakmaz. Onları alınıp satılacak bir eşya gibi görür.
Mustafa Efendi ve Ailesi: Dilber’in satıldığı ilk evin sahipleri olan Mal Müdürü Mustafa Bey ve karısı, Dilber’e hiç merhamet göstermez.
Diğer Kişiler: Büyükanne, Latife, Cevher, Çaresaz
E. Romandaki Anlatıcı ve Bakış Açısı
Sergüzeşt genel olarak müşahit (gözlemci) bakış açısıyla kaleme alınmıştır. Ancak romanda yer yer yazar kendi kimliğini gizleyememiş, olay akışına müdahale ederek kendi duygu ve düşüncelerini ortaya koymuştur. Ara sıra akışın dışına çıkmış, okur üzerinde etki yaratabilmek için esirlik kurumunu acındıracak bir şekle sokmuştur. Eserde yazarın sözünü emanet ettiği kişi Dilber’dir. Söylemek istediklerini onun aracılığıyla okura aktarmıştır. Dilber esaret konusuyla ilgili yazarın duygu ve düşüncelerinin sembolüdür.
F. Romandaki Dil ve Üslup
Romanın dili oldukça sade ve doğaldır. Anlatımı akıcı ve sürükleyicidir. Mekânların tasvirinde gözlemci ve gerçekçi bir tutum izlenmiştir. Tasvir bölümlerinde renk adlarının çokça kullanılması dikkati çeker. Yazar ruh tahlilleri ve dış görünüş tasvirlerinde gereksiz ayrıntıya inmemiş, kısa ve öz anlatımı tercih etmiştir. Okuyucunun bir solukta bitirebileceği bir eser yaratmıştır.
G. Romanda Etkili Olan Edebî Akımlar
Anlatılan olayın gözleme dayanması, konuşmalar ve psikolojik tahlillerde görülen doğallık, mekân tasvirlerindeki gerçeklik ve bunların olayın akışıyla paralellik göstermesi yazarın realizm akımından etkilendiğinin göstergesidir. Romanın realist taraflarından biri de Celâl’in yakalandığı melankolinin vereme değil de beyin iltihabına dönüşmesi olayıdır. Bu, belki de Tanzimat romanının ikincil ölümcül hastalığıdır. Yazar, veremden ölmenin bıkkınlığını hissetmiş olmalı.
Yazarın baştan sona Dilber’in tarafını tutması, ona eziyet edenleri fena ve çirkin olarak tasvir etmesi, onlara karşı düşmanlığını gizlememesi, okurda acıma duygusu uyandırmak için büyük çaba sarf etmesi eserin romantik yanlarıdır.